Dört tarafı atmosferle çevrili dünyanın, susuz topraklarında, buz kesmişçesine boğucu günlerden bir gün…
Azotun nefes kesen
Karbondioksitin boğan
Oksijenin yakan yüzüne
Hidrojen olup çarpmak
Ve bu çarpma sonucunda meydana gelen tüm kimyasal bileşimlerin aksine, yalnızca oksijen ve hidrojenin baş başa kaldığı bir damla su olmak iddiasıyla çıkılan yollarda, hedefsiz ve umarsız yığınların yakıcılığı olsa gerek her bir şeye sebep…
***
Günün hangi saatidir bilinmez, hayatın başlangıç “Sûr’u” üflenirken, İsrafil’in yanı başında olmaktır belki dileğimiz…
Ya da ne bileyim bir yağmur damlasının ucunda Mikail…
Veya bir İlahi kelamda Cebrail…
Oysa…
Oysa her birimiz takılmış Azrail’in kanadına, can almanın keyfini sürer olmuşuz…
Azrail’in bile hissetmediği bir hisle…
***
Her birimiz kadransız bir saate gözlerimizi dikmiş zamanı yönetmeye çalışıyoruz…
Ve yöneltmeye…
İstediğimiz
Dilediğimiz yöne…
Ve kadransız saate düşlerimizde iliştirdiğimiz akrep ve yelkovanları dizmiş sıra sıra yarıştırıyoruz.
Kendimiz de peşlerine takılarak…
***
Hani Ey Yüce Peygamber,
Yıkmış, tarumar eylemiştin bütün putları;
Lat, Menat, Hubel ve Uzza senin bir asa darbenle toz toprak olmuştu!
Ne Hubel’in erkekliğinden ne de diğerlerinin kadınsı zarafetlerinden zerre kalmıştı!
Peki, akrebi kim yıkacak?
Yelkovanı kim yok edecek?
Nereye kadar takılıp gideceğiz saatlerin, takvimlerin peşinden?
Nereye kadar akrebe, yelkovana tapınış?
Hani o peşine takılmaktan çok haz aldığımız Azrail var ya…
Bir gün konuğumuz olduğunda hangi göz görebilecek acaba akrep ve yelkovanı?
Yarın var mı ki ey gafil,
Yarına bel bağlarsın!..