İç Anadolu?nun en yüksek, Türkiye?nin 5.büyük Dağı Erciyes?ten Dinek Dağı? Şenliği?ne selam getirmek için yola çıkan ekibimiz, Cuma günü saat 13.30?da başladığı hazırlıkları saat:15.10?da tamamlayarak Kayseri yollarına düştü.
Saat 18.10 sularında Kayseri İli?nin girişindeki Hasan Ustanın Yer?inde akşam yemeğini yedik. Zaman çok hızlı ilerliyordu. Çünkü zaman günümüzde herkes için olduğu gibi, biz dağcılar içinde, çok önemliydi. Çünkü önümüzdeki iki ( 2 ) güne çok şeyi sığdırmak zorundaydık. Cuma akşamı önce Emir kardeşimizin arkadaşının düğününe, ekip halinde uğradık. Böylece dağların dostları, arkadaşları birleştirdiğine bizzat şahit olduk. Polis evindeki düğünden saat 20.40 sularında ayrıldıktan sonra 2.215 m. Rakımlı Tekir Yaylası?na doğru hareket ettik. Emir kardeşimizin arkadaşına ait Jeep önde, bizim Minibüs arkada Tekir Yaylasına ulaştık. Kırıkkale?de ikamet eden ancak Kayserili olan Emir kardeşimize bu tırmanışta çok iş düşüyordu. Yöreyi iyi bilmesi nedeniyle kamp yerlerini o ve arkadaşı belirliyordu. Tekir Yaylasından yukarı kamp bölgesi olan Çoban İni?ne, arazi taşıtıyla ekibi taşımak yine onlara aitti.
Tekir Yaylasına vardığımızda saat 21.00 sularını gösteriyordu. Sularımızı Erciyes?in soğuk pınarlarından doldurduktan sonra ne yapmamız gerektiğini düşünmeye başladık. Çünkü zaman olarak planın çok gerisinde kalmıştık.
Jeepten sorumlu Kayserili Duran Budak arkadaşımız;
? Saat 21.00 çok geciktik. Bu saatten sonra yukarı kampa çıkıp orada kurmamızın anlamı olmaz.?
Deyince, hep beraber bu görüşü onaylayarak kampı, Tekir yaylasının düzlüğüne kurmaya karar verdik.
Bir saat içinde kampımızı kurup, herkes içerisine yerleştikten sonra, zamandan kazanmak için 5 arkadaşımız birde Kaptanımız Davut?la birlikte kahvaltı nevalerini hazırladık. Hazırladığımız paketlerin dağıtımını yaptıktan sonra 1 adet kumanyanın arttığını gördük. Bu paketin, zamanın bazı bölümlerinde ekipten özgürce hareket eden Urfalı Mehmet Eyüpler arkadaşımıza ait olduğunu, ancak, sabah kahvaltılar yapılırken öğrenebildik.
Akşam hazırlıkları tamamlandıktan sonra 10.30 sularında sabah saat 03.00 de uyanmak üzere dinlenmeye geçtik. Çadırda yüksek rakım ortamına aklimatize ( İnsan vücudunun azalan oksijen miktarına uyum sağlaması olayı. Özellikle yüksek irtifalarda gerçekleşir. Birkaç gün alabilir. Yedek akciğerleri devreye sokması, kan hücrelerini çoğaltarak oksijen naklini hızlandırması, basınç düzenlemesi. ) kısa zamanda olamamız nedeniyle birçok arkadaşım gibi beni de uyku tutmadı. Uykularımızın arttığı sabaha yakın ise soğuk etkili olmuştu. Öyle ki sabah kalktığımızda çadırlarımızın üzeri buzla kaplanmıştı.
1
Sabah saat 03.00 tüm dağcılar ayakta, herkes hızla hazırlıklarını yapıp hareket için 03.30?da kamp bölgesinde toplandı. Planımız belliydi. Elimizde en fazla kaptanla birlikte ancak 5 kişiyi taşıyabilecek bir arazi taşıtımız mevcuttu. Bizde planlarımızı bu dar boğaz çerçevesinde oluşturduk.
Toplam sayımız 14 kişiydi. Grubumuzu iki 5?li birde 4? lü grup olarak 3 gruba ayırdık. İlk grupta 2.Başkanımız ve Dağcılık İl temsilcimiz Adil AYTEKİN? inde bulunduğu Ahmet YILDIRIM, R.Cihat ÇELENK, Yasin TAKMAZ, Vahit BİLGİÇ, olduğu halde saat 03.40 sularında 2. Kamp bölgesine doğru harekete geçtiler. Emir ÇELİK, Mehmet EYÜPLER, Ali ÇAĞLIYAN ve benimde bulunduğum 4?lü 3.grubumuzda aracımızın dönüş yoluna yardımcı olmak, zamandan kazanmak amacıyla yavaş adımlarla tırmanışa geçtik. Bizden on dakika sonrada Mehmet TANRIVERDİ, Selçuk TANRIVERDİ, İlhami KILIÇ ve Sinan AKDEMİR?den oluşan ikinci dağcı grubumuzda harekete geçti.
Kamp bölgesindeki küçük dereyi geçtikten hemen sonra, Tekir yaylasındaki kayak tesislerinin bulunduğu uçak pistini andıran parkurdan, en önde Jeep, arkada bizim grup, daha sonra ikinci grup olduğu halde ay ışığı altında tırmanışa başladık. Gecenin sessizliğini tamamen dağcıların ayak seslerinden oluşan ritmik hareketi bir küçük karaltı bozmuştu. Kapkara bir nesne yanımızda dolaşıyordu. Önce domuz zannedip ürperdiğimiz bu yaratık, sahibinden uzak kalmış küçük siyah köpekten başka bir şey değildi. Bize hemen arkadaş olmuştu. Bizimle beraber tırmanışa geçiyor, bazen koşuyor, bazen de önümüze düşüp;
-?İşte buradan gidin? der gibiydi.
Bu arada zaman hızla ilerliyor, ancak ışığını gördüğümüz jeepin, geri dönüş için geciktiğini durumların pek de iyi gitmediğini, tahmin etmekte çok gecikmemiştik. Bu süre içinde diğer grupta bize yetişmiş toplam 9 kişiyle tırmanışa devam etmeye başladık.
Arazi taşıtımızın ışığı, karabatak gibi bir görünüyor bir kayboluyordu. Bir kaç telefon görüşmesinden sonra, Erciyes dağında yapılan büyük MASTER planı çerçevesinde kamp yollarının çok değiştiğinin, bu nedenle yolu kaybettiğini bildiriyordu. Artık öyle bir duruma gelmişti ki; bize yardımcı olmaya gelen taşıta, artık, biz yardımcı olmak durumdaydık. Saatlerimiz 05.00 sularına yaklaşırken, taşıtın ışığını bizim bulunduğumuz noktanın altında görmüştük. Hemen Duran BUDAK arkadaşımızı aradık ve ona;
-Yanlış gidiyorsun! Diyerek uyardık. Duran kardeşimizde zaten burada yolun bittiğini ona yardım etmemizi söylüyordu.
Duran arkadaşımıza bulunduğumuz yönü tarif ederek, onu çıkmaz yoldan kurtarmıştık. Bu arada 2. Kamp bölgesine sadece 100 m.kalmıştı. Arazi taşıtımız diğer 5 kişiyi daha yukarıya taşıdıktan sonra, son gelen grupla da birleşerek, Çoban İni kamp bölgesine saat 05.30 sularında ulaşmıştık.
Yukarı kamp bölgesi büyük bir düzlükten oluşmaktaydı. Burası aynı zamanda, yıllar önce patlayan Erciyes Dağı?nın yanardağ ağzı idi. Ekibimizin tamamı ile burada buluştuktan sonra, tekrar yollara düştük. Duran BUDAK arkadaşımızın önerisi doğrultusunda Erciyes?in klasik sırt rotasının sağından başlayıp ? Y ? harfinden oluşan vadiden çıkıp ? Hörgüç Kaya? ?nın altına ulaşacaktık. Daha sonraki rota ise, tüm rotaların birleştiği Hörgüç kaya?nın altından geçip, sola dönülerek sırt üzerinden patika yol vasıtasıyla zirveye ulaşılan parkurdan ibaretti.
Çoban İni ?de denilen yukarı kamp bölgesindeki düzlüğü geçip, dağın sırt bölgesinin sağındaki patikadan tırmanmaya başladık. Dağın, insan bedenini zorlayan yüksekliklerine ulaşmıştık. 2.500 m.rakımdan sonra her zaman risk vardır. Ve bu yükseklikten sonra, insan vücudunun bu ortama uyum sağlaması belirli bir süreye bağlıdır.
Fotoğraflar çekilerek ilerlediğimiz rotada tahminen 2.900 m.rakıma ulaştığımızda önce Cihat arkadaşımız daha sonrada Mehmet TANRIVERDİ isimli dağcılarımız yüksek rakıma uyumsuzluk nedeniyle geri dönmek zorunda kaldılar. Doğu sırtın altındaki patika tırmanışı sona ermiş, düzlüğe ulaşmıştık. Düzlük deyince aklınıza düz bir arazi hayal etmeyiniz. Erciyes?in yıllar önce akıttığı lavların oluşturduğu çakıl taşlarından oluşmuş, küçük, iniş ve çıkışları olan bir düzlük.
Düzlüğün başında kahvaltı için mola verdik. Çünkü kahvaltı yapmadan yola çıkmıştık. Enerjilerimiz azalmış, bu nedenle de enerji toplamamız gerekiyordu. Kahvaltılarımızı bitirmek üzereyken, Emir, çantasından çıkardığı limonu yememiz için ekibi teklifte bulundu. Ekipten sadece kendisi olmak üzere Vahit, Ahmet ve ben onun bu cazip teklifine hayır diyemedik. Nerden bilirdik, bu limonun ilerde başımıza iş açacağını. Limonu da yiyen ekibimiz ve diğer limon yemeyen ekiple birlikte toplamda 12 kişiyle tekrar tırmanışa başladık. Düzlüğün çukur alanlarında artık buzullaşmış kar yığınlarını da geçip eh işte dağcılık burada başlıyor diyebileceğimiz, Erciyes?in 5 önemli parkurundan birisi olan ?Nesrin Topkapı? rotasının başlangıç noktasına saatlerimiz 08.20 sularını gösterirken ulaşmıştık.
Bu vadi, Şeytan deresinin, bize göre solunda, dik kaya bloklarının arasında tamamen çar şak dediğimiz, biz dağcıların hiç sevmediği küçük molozlardan oluşmuş 45 derecelik eğimiyle, Everest zirvesini anımsatan zorlu bir parkur. Burada rakım 3.000 metreyi geçtiği için, nefesler sıklaşmış, adımlar yavaşlamıştı. Benim gördüğüm kadarıyla, en önde Adil hemen arkasında Şeref hoca en arkada ben olmak üzere tüm ekip çil yavruları gibi dağılmış, yavaş fakat emin adımlarla ilerliyorlardı. Bu zor şartlarda tırmanış devam ederken ben Vahit ve Ahmet abimiz en arkadaki grubu oluşturuyorduk.
Rakım 3.300 metre? Bu rakımdan sonra benim gücümün iyice azaldığına şahit oluyordum. Biraz daha zorladım ancak, vücut gitmem diye ısrar ediyordu. Bizde öyle yaptık. O noktadan sonra dönme kararı aldım. Bir dağcı için beklide en zor kararlardan birisidir geri dönmek. Ancak bizim için en önemlisi sağlıklı olarak kampa dönmek olduğu için, bu benim için de en iyi karardı.2001 yılının Ağustos ayında ulaştığım Erciyes zirvesine bu defa ulaşamamıştım. Bu kararı verdikten hemen sonra benim az yukarıdaki iki arkadaşıma da fazla zorlamayın isterseniz dönelim deyince Vahit ve Ahmet? de dönüş kararı alarak 3.000 metre civarındaki kahvaltı kayasında buluştuk.
Tam dinlenmeye geçmiştik ki; yukarılardan bir ses daha geldi. ?Beni de bekleyin bende geliyorum?. Sesi duyunca beklemeye başladık. Acaba kim diye meraklanmıştık. Bir de baktık ki, kim geliyor? Bugün Erciyes zirvesini en çok isteyen emektar, çalışkan Kayserili daha da doğrusu Erciyesli Emir ÇELİK kardeşimizdi. Onu teskin etmek oldukça zor oldu. O hem buralı idi, hem de geçen yıl kar nedeniyle çok başarılı bir tırmanış yaptıkları halde, zirve yapamadan 3.700 metreden, hörgüç kayasından dönmüşlerdi. Dönüş yolunda artık 4 kişiydik. Bu dört kişiye neler olmuştu? Bizde kendi kendimize bu soruyu sorduk. Hepimizin tek ortak noktası Emir beyin bizlere tattırdığı limondu. Evet, suçlu bulunmuştu. O gün limon yiyen bu dört kişi de zirveye ulaşamamıştı.
3
Zirveye devam eden ise 8 kişiydi. Biz burada kaldık ama onlar devam ediyorlardı. 3.300 metreden sonra neler oldu onu da Adil arkadaşımızın kaleminden dinleyelim?
Merak etmeyin gezinin devamın da yine sizinle buluşacağız?
Ana kamp bölgesinde uykusuz bir gece geçiren ve tırmanışa yorgun başlamak zorunda kalan Başkanımız M.ATUN ve vücudu aklimatize olamayan Vahit BİLGİÇ ve Ahmet YILDIRIM tırmanışı 3.300 metrede tamamlamak zorunda kaldı.
Dağcıların ?Nesrin Topkapı? rotası olarak adlandırdıkları vadiden dağcı arkadaşlarımız tırmanışını devam ettiriyorlardı. Çok dik ve gevşek bir zemine, ilk olarak Adil Hoca girmişti. Kaya ve taş yuvarlanmasına karşı çok dikkat edilmesi gerekiyordu. Ekibimiz, en zorlu parkurlardan olan Nesrin Topkapı rotasını geçerken, tansiyon problemi yaşayan, en iyi sporcularımızdan Emir ÇELİK 3.500 metrede tırmanışını tamamlamak zorunda kaldı. Organizasyonun Kayseri ayağında büyük katkıları olan arkadaşımız, bu noktada biraz dinlendikten sonra, tırmanışı daha önce bitiren arkadaşlarımıza yetişmek üzere inişe geçti.
Ekibimiz bu parkuru tamamlarken sekiz ( 8 ) kişi kalmıştı. Kâh kayalardan, kâh çar şaktan, yapılan tırmanışın bu bölümden sonra, Hörgüç Kaya?ya kadar nispeten daha az dik olan kısa bir sırt rotası sonrası, tekrar kaya ve taş çarpma riskinin de olduğu gevşek ve dik bir zemine geçilecekti. Ekibimiz bu noktada kısa bir mola verdi. Dinlenirken bir şeylerde atıştırılıyor, kaybedilen enerjiler geri alınmaya çalışılıyordu. Oksijen azlığı iyice hissediliyor, lokmaları çiğnemek bile yorucu geliyordu. Biz bu nokta da beş on dakikalık uykuya dalarken, Şerafettin KARAKAYA arkadaşımız, bu noktada, parkurdaki en uygun patikayı kullanarak, ekibin oldukça ilerisine geçti. Kamp bölgesinden itibaren yanında taşıdığı 30 metre ipte, Şerafettin hocamızı yavaşlatamamıştı ( Allah nazardan saklasın ) .
Ekip arkadaşlarımızdan Urfalı Mehmet?te kendine aynı rota üzerinde; ama farklı bir çizgi üzerinden bir yol çizmiş, bata çıka, bazen taş yuvarlayarak, zirveye bir an önce varma azmi ve kararlılığı ile ekipten ilerde yol alıyordu.
Etrafı dinlediğimizde yukarılardan sesler geldiğini duyuyorduk. Dikkatlice yukarılara baktığımızda yukarılarda başka dağcıların olduğunu görüyorduk. ( Erciyes; Uluslar arası bir dağ olduğu için onun başından her zaman kar eksik olmadığı gibi her mevsim de dağcı misafirleri de eksik olmaz.) Zirveyi yapıp inişe geçmiş bu dağcılar iniş sırasında oldukça zorlanıyor, istemeden yuvarladıkları kayalarla bize de risk oluşturuyorlardı. Bunun yanında Hörgüç Kaya?nın dibinden geçerken ısı, ses ve rüzgâr faktörlerinin sebep olacağı kaya, taş döküntülerine de dikkat ederek, ekibimiz Hörgüç?ten uzaklaşmayı başardı. Zirveye varmadan önceki dik, kaygan ve çar şak bir zemin daha bizi bekliyordu. Erciyes dağı bize ? bu son engeliniz bunu da geçerseniz bana ulaşabilirsiniz? der gibiydi.
Bu son etap ya da son engeli, ilk tamamlayan Şerafettin KARAKAYA hocamız, bu noktada biraz şekerleme yapıyor, ipin verdiği ekstra yorgunluğu atmaya çalışıyordu. Başkanımızın ifadesiyle Urfalı M. EYÜPLER ve Adil AYTEKİN ? den sonra bu noktayı, diğer ekip arkadaşlarımızdan; Türkiye Dağcılık Federasyonun yedi ( 7 ) eğiti minide başarıyla tamamlamış Sinan AKDEMİR ( Bu eğitimlerden sonra onun Everest hakkı daima saklı ) , bazen dinlenmeyi aklına getirmiş olsa da azimle tırmanışını devam ettiren İlhami KILIÇ, ilk tırmanışı olmasına rağmen umduğumuzun çok üzerinde bir performans gösteren yeni
Üyemiz Yasin TAKMAZ, Selçuk Üniversitesinde inşaat mühendisliği okuyan, babasının bıraktığı yerden bayrağı teslim alan, ekibin en genç elemanı Selçuk TANRIVERDİ ve ekibin en tecrübeli ve atletik elemanlarından Ali ÇAĞLIYAN, zirveyi başarıyla tamamlayarak, unutulmaz arasına girmeyi başarmışlardı. 3.916 metrelik Erciyes zirvesinin az altında, Kayseri?den gelen beş kişilik bir ekiple karşılaşıldı. Bu ekiple tanıştıktan sonra birlikte sohbet ederek 3.916 metrelik ürkütücü Erciyes?in zirvesine ulaştık.
Tırmanış boyunca beklediğimizin çok dışında, bizi şaşırtacak derecede bir hava vardı. Hava ideal sıcaklıktaydı. Daha da şaşırtıcısı, zirvede olmasını beklediğimiz sert rüzgâr yoktu. Hatta yanımızdan ayırmadığımız, ay yıldızlı bayrağımızı dalgalandıracak bir rüzgâr esse de, fotoğraflarda bayrağımız dalgalanırken çıksa diyorduk.
Zirve manzarası harikaydı. Adil Hocamız memleketi Niğde?nin dağlarını ayırt etmeye, Aladağların Demirkazık zirvesini seçip görüntülemeye çalışıyor, Mehmet EYÜPLER zirvede şekerleme keyfi yapıyor, Sinan hoca, Ali Çağlıyan, Selçuk ve Yasin kardeşimiz en iyi pozlarını veriyor, Şerafettin Hocamızda ipi inerken kime satabileceğinin hesaplarını yapıyordu. Zirvenin kuzeyinde, Kayseri ve Hacılar, doğusunda Tekir Yaylası ve kayak tesisleri, batısında Nevşehir?e uzanan düzlük ve güneyinde Türkiye?de dağcılığın başkenti sayılan Niğde?nin Aladağları görsel bir keyif sunuyordu. Bu noktada keyifler zirvedeydi.
Zirvede fazla kalamazdık. 15-20 dakikalık bir dinlenme sonrası, bizi zorlu ve tehlikeli bir iniş bekliyordu. Kayseri?den gelen ekip vedalaşıp, daha önce inişe geçmişti. Biz de inişe başladık. Şerafettin Sinan ve Adil hocalarımız, iniş için hangi rotayı kullanmamız gerektiğini istişare ediyordu. Dönüş için, riski daha çok olmasına rağmen, Şeytan Deresi?nin kullanılmasına karar verildi. ? ŞEYTAN DERESi? çok zor bir parkur olup, 02 Kasım 1991 tarihinde bir çığ kazasında, Gençlere dağcılık sporunun tanıtılmasında ve Türk dağcılığının bu günlere gelmesinde çok önemli katkıları olan Türkiye Dağcılık Federasyon Başkanlığı yapmış Prof.Dr. Abdül Mecit Doğru ile arkadaşı Prof. Dr. Ahmet Bilgeyi de kaybettiğimiz bir bölgedir. ( Allah rahmet eylesin ). Dereye ulaşana kadar çar şak ve dik zemin kullanılacak, her iki tarafı dik ve döküntü kayalardan oluşmuş dar bir vadi olan, Şeytan Deresi?ne inilecek, oradan kaya yığıntılarından meydana gelmiş, ama nispeten düz bir parkur olan bölüm geçilecek, su kanalına ulaşıldıktan sonra, kanal boyunun sonundaki yoldan, kayak tesislerine inilecekti.
İnişe geçildi. Zemine çok dikkat etmek gerekiyordu. Bastığımız zaman çok değişkenlik gösteriyordu. Bazen kayalara, bazen sert zemine, bazen kuma, bazen mıcıra, bazen ayak bileklerimizin içine battığı, hatta bazen dizlerimize kadar gömüldüğümüz bir zeminden iniyorduk.
Şeytan Deresi?ne kadar kazasız belasız indik. Burada, Adil Hoca, sessiz olmamızı istiyordu. Zira bırakın bir kayayı, yukarıdaki kayalardan gelecek fındık büyüklüğündeki bir taş bile, kafatasımızı delip geçmeye yeterdi. Kaskın, ne derece önemli bir dağcılık malzemesi olduğu da burada anlaşılıyordu. Yuvarlanan taşların, hızlanarak daha ağır bir yaralanmaya sebebiyet vermemesi için, ekip birbirine yakın, ama oldukça dikkatli bir şekilde bu kritik bölümü geçti. Az ilerde, uygun bir noktada öğle yemeği için ara verildi. Toz toprak içerisinde kalan ekibimiz soyunmuş, üstünü çırpıyor, kimimiz de ayakkabılarımız içerisindeki kum ve çakılları boşaltıyordu. Yemekler yendikten sonra tekrar yola koyulduk.
Kanal boyuna ulaşmamız rahatlamamız anlamına geliyordu. Genç üyemiz, Selçuk kardeşimizin ayak bileklerinin şişmiş olması bizi bir nebze yavaşlatmıştı. Bunun için kısa bir mola verildi ve kardeşimize ağrı kesicinin yanında uygun merhemlerle masaj yapıldı. Nispeten iyileşen kardeşimizle, tempomu muzu biraz daha, artırdık. Bir an önce kamp bölgesine ulaşmalıydık. Develi ilçesine hareket edip, yeni kampımızı hava kararmadan oluşturmalıydık.
Su kanalına ulaştık. Kanalın girişinde, dört eczacı arkadaştan oluşan bir dağcı grubuyla karşılaştık. Selamlaşıp tanıştık. Şaşırtıcıydı, ama bizden ağrı kesicimiz olup olmadığını iki adet ağrı kesiciye ihtiyaçları olduğunu söylediler. Kahramanmaraş?tan gelen eczacı arkadaşlarımıza, ihtiyacı olan ağrı kesicileri verip, o bölgedeki kaynaktan su ihtiyacımızı karşıladık. Dibini bulan su şişelerimizi tamamlayıp, kanal boyu yola devam ettik. Kâh, kanalın içinden kâh, kanalın dibinden, yolumuza hızla devam ediyorduk. Araç yoluna ulaştıktan sonra biraz daha hızlandık. Kestirme olsun diye araç yolunu çok fazla kullanmıyor, araziden telesiyej hattı boyunca tesislere doğru ilerliyorduk. Tesislere yaklaştığımızda kamp bölgesindeki arkadaşlarla telefon irtibatı kurup, kampın biz gelmeden toplanmasını kararlaştırdık. Bu bize Develi kuracağımız kamp bölgesine ulaşmak için zaman kazandıracaktı. Tesislere iyice yaklaştığımızda, Başkanımız Metin ATUN bize bir sürpriz hazırlanmış son yarım saatlik bölümü yürümeyelim diye Kaptanımız Davut?u telesiyej altından önümüze göndermişti.
Evet! Tekrar buluştuk. Hem zirveyi yapan dağcılarımızla hem de sizinle tekrar kavuştuk. Allah herkesi sevdiklerine kavuştursun.
Biz hala 3.300 metredeyiz. Çünkü bizi orada bırakmıştınız. Onlar zirveyi yaptılar geldiler bile. Geri dönenler ise neler mi yaptılar?
2.900 metreden dönen iki dağcımız 13.00 sularında sağ-salim kampa ulaşmışlar. Bizim limon yiyen muhteşem dörtlümüz zirveyi yapan dağcılarımız gibi şeytan deresinin altındaki parkuru kullanarak su kanalına ulaştı. Su kanalının hemen yanındaki, çimenler üzerinde bir saat uyuduktan sonra araç yolundan, yolu takip ederek inişe devam ettik. İkinci teleferik hattının hemen altında Kahramanmaraş?tan gelen Çoban inine doğru ilerleyen, dört dağcı ile karşılaştık. Onlarla kısa bir hasbi hal edip başarılar dileyip yolumuza devam ettik. Yoldan hiç ayrılmadan sürdürdüğümüz yolculuğumuzu 14.00 sularında kamp bölgesinde tamamladık. Kaptanımız yaptığı çay, hepimize ilaç gibi gelmişti. İki saat dinlendikten sonra zirvedeki dağcılarımızla anlaşıp Cumartesi akşam ki kampın Develi?de kurulmasına oy birliğe ile karar verdik. Çünkü yüksek rakımda ki kamp ta yeterince dinlememiştik ve hava da sabaha karşı çok soğuk oluyordu.
Hemen kampı toplamaya başladık. Çünkü daha yapılacak çok işimiz vardı. Önümüzde daha uzun bir yol ve hiç birimizin görmediği Kapuzbaşı Şelaleleri bizleri bekliyordu. Zirvedeki arkadaşlarımız gelmeden biz kampı toplamış aracımızla kayak tesislerinin başlangıç noktasına ulaşarak ekibimize en bir saat kazandırmıştık.
Hepimiz ( dört dağcı ) dört gözle sekiz başarılı dağcılarımızı bekliyorduk. Onlar birinci teleferiğin bitiş noktasının başında gözükmüşlerdi. Onlar için bir şeyler yapmalıydık. Hemen o an kaptanımız Davut?u dağ yolundan gidebildiği yere gitmesini söyledik. Davut bu talebimizi bir emir sayarak araçla hızla tırmanışa geçti. Kaptanımız yine kaptanlığı yapmış, arazi araçlarının bile zorlandığı dağ yolundan
Teleferik hattının bitimine kadar ulaşmıştı. O bir kurtarıcı gibi Erciyes yorgunu dağcılarımızı sağ-salim bize getirerek tekrar birbirimize kavuşturmuştu. Sekiz dağcıyı kahramanlar gibi karşılamıştık.
Gerçekten de onlar, Kulübümüzün kahramanıydılar. Çünkü kulüp olarak Erciyes Dağı?na 2 defa tırmanış yapmış ancak bu üçüncü tırmanışta zirveye ulaşabilmiştik. Üstelik ekipten bazı arkadaşlarımız aynı gün 2.200 metreden başlayıp zirveye ulaşan ender dağcılardan biri olarak tarih sayfasında yer almışlardı. Zirve ve kavuşma sevincini hep beraber yaşadıktan sonra tekrar yola koyulduk.
Kayserili Emir arkadaşımız Develi?deki kardeşi ile yaptığı telefon görüşmesi sonucunda ilçede bulunan Aksu parkında kamp kurabileceğimizi bildirince, vakit kaybetmeden kampı kuracağımız bölgeye doğru harekete geçtik. Erciyes ?ten aşağıya doğru inerken hepimizin önce kavun tarlaları zannettiğimiz göz alabildiğince uzanan kabak tarlaları bizlere çok değişik bir görsellik sunuyordu. Konuyu araştırdığımızda, bu kabakların, sadece kuruyemiş olarak soğuk kış akşamlarında sıcak çaylarımızın yanında yediğimiz, çekirdeği için üretildiğini öğreniyorduk.
Aksu piknik alanına 17.50 sularında ulaştık. Parkta bizi Emir beyin kız kardeşi eniştesi ve yeğenleri karşılamıştı. Onların da yardımıyla parkın en iyi yerine kampımızı kurduk. Aşçı başlığını kaptanımızın yaptığı akşam yemeğini afiyetle yedikten sonra çaylarımızı içtikten hemen sonra saat 21.10 sularında dinlenmeye geçtik.
Sabah 06.00 da kahvaltısını yapan ekibimiz aynı zamanda kampı toplayarak 07.00 de yola çıkmak için hazır hale gelmişti. Tırmanışlara ait karneler dağıtıldıktan sonra, önce Develi İlçesinden geçip Yahyalı ilçesine doğru ilerlemeye başladık. Yollardaki yeni toplanmaya başlayan elmalar ekibimizin iştahını kabartmıştı. Sahiplerinin de içinde olduğu güzel bir elma bahçesinin yanında elma almak için mola verdik. Sonrada Yahyalı ilçesinden geçip daha çok maden taşıyan kamyonların çalıştığı Kapuzbaşı yoluna girdik.
Yollar çok dönemeçli ve tehlikeliydi. Hele Zamantı Irmağını geçip ? Delialiuşağı ? köyüne ulaştığımızda, yolda gördüğümüz küçük çocuğa yol durumunu sorduğumuz da;
Yöresel şivesiyle, - ?bek kötü aman dikkat edin? demesi her şeyi fazlasıyla anlatıyordu.
Delialiuşağı köyünden sonra yollar iyice zorlaşıyordu. Artık yolumuz zor değil çok zordu. Bir dere kenarında ve 1.000 metreyi aşan duvar gibi yükselen vadiden gidiyorduk. Öyle ki yolun bir yeri yarım tünel gibiydi. Yani yol dağın içine doğru girmiş dağ üzerinize düşecek gibi duruyordu.
Saat 10.50 sularında Aladağlar Milli parkına ulaşmıştık. Girişteki küçük kontrol kulübesinde sağa döndüğümüzde aman Allah?ım bu ne güzellik bu ne muhteşem bir görüntü! Rabbim ne kadar güzel yaratmış! 1.000 duvar gibi kaya bloklarının arasından sular fışkırıyor. Üstelik bir tane değil tam dört tane yan yana şelale. İnanın bu güzellikler anlatılmaz ancak görülerek yaşanır. Türkiye?de yaşayan Türkiye?mizi her seven vatandaşımızın ilk göreceği güzelliklerden birisidir.
Dağcılarımız bu güzellik karşısında kayıtsız kalamazlardı. Şelaleye bir an önce ulaşmak için ana yolu bırakıp dik bir parkurdan inip kedilerini şelalenin serin sularına bıraktılar. Buz gibi su Erciyes?in hem tozunu hem de yorgunluğunu alıvermişti. Herkes bu güzellik karşısında büyülenmiş gibiydi. Kimsede yorgunluk kalmadı. Bir saat su keyfinden sonra vadinin az yukarısında ki Elif şelalesine gittik.
Elif şelalesi ismini kuran alfabesinin ilk harfinden almış. Yüzlerce elif harfi bir arada ve sanki Yüce Yaradan?ı zikrediyorlardı. Elif şelalesinin hemen altındaki değirmen benim çocukluğumdan sonra gördüğüm çalışan ilk değirmendi. Ve buranın doğal ortamına uymuş yaşlı amcanın ailesiyle birlikte işlettiği bu değirmen Kapuzbaşı Şelalelerinin gizemine gizem katmıştı.
Kapuzbaşı Şelalelerinin kuzey bölümü diye adlandırılan ayrıldıktan sonra hemen 500 metre aşağıdaki Güney şelalesine gittik. Güzellikler devam ediyordu. Yine bakir vadilerin arasında tek başına gürül gürül akan bir şelale daha bize serinlik dağıtıyor, dinlendiriyordu. Güney şelalesinin hemen yanı başındaki otantik yapılardan oluşmuş ahşaptan yapılmış pansiyon evler doğal yaşamı bozmadan misafirlerini bekliyorlar.
Bu pansiyon sahiplerinden yöre halkından Halil ağabeyimizle ahşap çardak altında yaptığımız sohbet ekibimize hem bilgi hem de keyif vermişti. Onun verdiği bilgilere göre;
Güney Şelalesi?nin haziran aylarından şu anda akıttığından dört kat daha fazla su taşıdığını ancak ocak-şubat aylarında ise tamamen kesildiği bilgisini veriyordu. Güney şelalesinin ağzından suyun akmadığı aylarda dağcıların içeri girdiklerini ve dağın için de çok büyük bir su kütlesini olduğunu tespit ettiklerini bizlere bir roman edasıyla anlattı. Doyumsuz sohbeti için Halil abimize buradan teşekkürlerimizi iletiyoruz.
Güney şelalelerini de gezip öğle yemeğini yedikten sonra program da belirttiğimiz üzere saat 15.10 sularında Kapuzbaşı Şelalelerinden ayrıldık. Molalar dâhil altı saatlik bir yolculuk sonrası Kırıkkale?ye ulaştık. Böylece Kulübümüzün 205. tırmanışı unutulmaz maceralarla dolu bir aktivite olarak kayıtlara geçti.
Özellikle genç dağcılarımız Selçuk, Cihat ve Yasin kardeşlerimizin daha şimdiden torunlarına anlatacak dolu dolu bir hikâyeleri hafızalarına kazınmış oldu.
Bizlere bu olanakları sağladığı için Kale Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü ile ekibine teşekkür eder, yeni maceralarda buluşmak dileğiyle.